Türk Psikologlar Derneği Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Birimi 8 Mart Dünya Kadınlar Günü Bildirisi

0%
*Bu yazı tahmini 3 dakika 47 saniye okuma süresine sahiptir.

 

 Türk Psikologlar Derneği Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Birimi

8 Mart Dünya Kadınlar Günü Bildirisi


Kadın cinayetlerinin sayısı azalmazken, cinsiyet eşitsizliğinin devam ettiği kadınlara yönelik baskıların artırıldığı bir seneyi daha geride bıraktık. Hukuken tanımlanmış olan tedbir uygulamalarına rağmen birçok kadın şiddete karşı gerekli korumayı edinemedi, yaşadığı şiddeti resmi mecralarda kabul ettiremedi, maruz kaldığı şiddetin tazminini göremedi. Baskılar elbette fiziksel şiddetle sınırlı kalmadı: hukuki olarak yasaklanamayan kürtajın fiilen yasaklanmasına, hamile kadınların sokaktaki görünürlüğünün dahi itham edilmesine, beraber yaşayan kadın ve erkeklerin evlerinin basılmasına şahit olduk. 

Şiddete maruz kalan kadınların korunması yerine şiddetin uygulayıcılarıyla barıştırılmaya çalışılması, evlenen öğrencilerin kredi borçlarının silinmesi, evlilik dışı ortak yaşamlarınsa baskı altına alınması gibi uygulamalarla pekiştirilen, toplumun çekirdeği olarak korunması gereken aile söylemi tüm bunlardan ayrı değil. Bunun yanında, kadınlık iyi annelik kurgusu içerisine sıkıştırılmakta, hamileliğini sonlandırmak isteyen, esnek çalışmak istemeyen, sokaklardan vazgeçmeyi kabul etmeyen kadınlar ise "kadınlık"ları üzerinden suçlandı. Oysaki kadınlık annelik dahil olmak üzere bir kurguya sıkıştırılabilecek bir kavram değildir. Bu nedenledir ki bedenleri, emekleri, kimlikleri baskı ve kontrol altında tutulmaya çalışılan, kiminle nasıl beraber yaşayacakları, kaç tane ve ne yolla çocuk yapacakları, ne zaman nerede bulunabilecekleri, hangi koşullar altında çalışacakları denetlenmeye çalışılan kadınlar devlet,  toplum, aile ve eş baskısından kaynak alan ruhsal zorluklar yaşamaktalar. 

Tüm bunlar olurken ruh sağlığı çalışanları için belirlenen görev ise boşanmaları engellemek için "aile ombudsmanlığı" yapmak oldu. Kadının ailedeki yeri bir kez daha tüm duygusal yükü idare etmesi gereken ve daimi sessizliği makbul görülen tek sorumlu olarak belirlendi. Ruh sağlığı çalışanlarının rolü de sindirilmiş kadın kimliğini pekiştirmek olarak görüldü. Özetle, erkek zihniyetin ‘aile kurumu’ aracılığı ile kadın üzerinde yarattığı şiddeti tedavi ediciler olarak görüldük.

Halbuki ruh sağlığı çalışanları olarak bizler cinsiyet ayrımcılığının kadınlar üzerinde baskı ve şiddeti artıran önemli bir unsur olduğunu hatırlatıp, ayrımcılık ortadan kaldırılmayıp, kadının bağımsız birey olmasına izin verilmedikçe toplumda şiddetin azalmayacağı uyarısını yapmanın görevimiz olduğunu düşünüyoruz. Gün be gün artan şiddet ve baskılar karşısında evde, sokakta, iş yerinde yok sayılan kadınların seslerini yükseltme mücadelesinde psikologlar olarak biz de varız.


 

 

* OECD ülkelerinin üniversite mezunlarının dakika başına okuyabildiği kelime sayısı baz alınmıştır.
>